Tekme ve yumrukların havada uçuştuğu kavga kamerada
Ev alevlere teslim oldu
Youtuber'lar mahalleyi karıştırdı!
Facia önlendi!
Alt geçitte cinsel saldırı
Cuma vaktine Emeviye camisine yetişmek istiyoruz. Çünkü namazdan sonra grubumuz buradan Halep’e hareket edecek. Çevirdiğimiz taksiciye soruyoruz Emeviye Camisine ne kadar zamanda gidilir. 15-20 dakika diyor, bakıyoruz ezana 15 dakika kalmış. Trafik çok yoğun ve hiçbir kural işlemiyor. Telaşlanıyorum ama telaşın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini anladığımda, teslim olmanın güzelliğini fark ediyorum. Ezanlar okunmadan varıyoruz, taksici bizi kapıların birinde indiriyor. Dikdörtgen şeklinde ve çok büyük olan camii hem bayram, hem Cuma, hem de tatil nedeni ile çok kalabalık. Biz de kalabalığa karışıyoruz ve kapıların birinden içeri giriyoruz. Tam o sırada ne çabuk geldiniz diye bir ses duyuyorum. Kalabalıkta sesin nerden geldiğini anlamaya çalışırken grubumuzun içinde olduğumuzu fark ediyoruz. Güzel bir tevafuktu, şükrediyoruz
Sevgili dostlar, genel olarak Suriye toprakları özellikle de Şam, ziyaretçilerine mezarlardan yükselen baharları müşahede ettiren, kaderin de üstündeki kaderi iliklerinize kadar hissettiren hayat hikâyeleri sunar. Çünkü burası, zaman çizgisine bakıldığında Peygamberlerin, sahabelerin, âlimlerin uğrak yeri olmuş. Çilesini doldurduktan sonra son Osmanlı Sultanı Vahdettin de bu kervana katılmış.
Efendimizin (as) “Her biri gökteki yıldızlar gibidir” dediği sahabelerinin huzurunda, mana âleminin tazeliğini ve enerjisini hissedersiniz. Gönül yaralarınızı onarırken, manevi yanınız ihya olur. Kerbela şehitlerini anarken kapanan yaralarınız eşilir. Süleymaniye Külliyesinde, son Halife Sultan Vahdettin’in sade mezarı, bir yaprak misali kaderin önünde nasıl savrulduğumuzu hatırlatır. Efendimizin (as) kendilerine vedasından sonra, buraya gelen sahabelerin sayısı belli değil. Bu yüzden olsa gerek atalarımız buraya Şam-ı Şerif diyerek ayrı bir değer vermiş. Sadece Şam’da 150 civarında Osmanlı eseri mevcut. Bunların başında Mimar Sinan’ın yaptığı Süleymaniye Külliyesi gelir. Koca Sinan, Osmanlının en muhteşem döneminde burayı inşa ederken, buranın bir gün son sultana ev sahipliği yapacağını düşünmüş müdür, kim bilir? O, Osmanlı sultanı ki bir zamanlar payitahtın sahibi iken, ölümünden sonra yatağının altından parasızlıktan alamadığı reçeteleri çıkar. Manav ve kasaba olan borçlarından dolayı cenazesine haciz konulur. Kızı tarafından borçları ödenir. Şimdi Süleymaniye Külliyesinin avlusunda sade, sıradan bir mezarda metfun. Külliye özenle temizlenmiş, diğer mezarlıklara göre bakımlı. Buranın temizliğinden sorumlu kişi, her gelene Arapça bir şeyler anlatıyor, biraz kulak verdiğimizde burada hiçbir zaman haşerelerin görülmediğinden bahsettiğini anlıyoruz. Hayretler içinde kalıyoruz. Bu sefer dualarımızı O’na ve tüm zorlukları beraber yaşadığı, şimdi de koyun koyuna yattığı aile üyelerine gönderiyoruz.
Allahın Kılıcı Halid Bin Velid için Humus’tayız
Sabahın alaca karanlığında yolumuz valiliğini yaptığı Humus şehrinin kalbinde yeralan Halid Bin Velid’in (r.a) huzuruna düştü. Selamün Aleyküm, Allah Rasulü’nün (s.a.v) tavsifiyle, Ya Seyfullah (Allahın Kılıcı); Bizi sabah ezanları ile karşılaman ne güzeldi. Bunu hak edecek bir şey yapamamanın acısını içimizde duyarken, sanki ezanları Bilal’i Habeşi okuyordu, ruhumuzu yıkayıp geçti. Sabahın seherinde çağrına kulak verip, çoluk çocuk yakın civardan yürüyerek, uzaklardan arabaları ile camine koşan Suriyeli aileleri görünce, hayran kaldık. Ne güzel bir gelenekti. Sultan II. Abdülhamit Hanın yadigârı külliyeni Kur’an sesleriyle inleten çocuklar ve camini dolduran cemaatle ne geniş bir ailen vardı. Çocuklarla hayat hikâyeni okurken, savaş alanlarındaki cengâverliğine ve askeri dehana hayran kaldılar. Sen yatakta ölümü kendine yakıştıramazken, onlar sana ölümü hiç yakıştıramadılar. Ve senin bu dünyaya veda etmeden önce, kılıcını isteyip “ ömrüm boyunca ben onu taşıdım, şimdi o beni taşısın” deyip, kılıcına yaslanarak son nefesinde onunla ayakta kalman, çocukların çocukça hayallerinde saklı kaldı. Türbenin üzerinde duran sana ait iki kılıç sanki geride bıraktığın yetimlerin gibiydi. Dualarımız seninle beraber bu yolda şehit ve gazi olan tüm dostlarının üzerine olsun.
…Ve Busra’da kutlu kervan
Gün kızarır kızarmaz kutlu kervanın izini aramak üzere Busra’ya doğru yola çıktık.
Selamün aleyküm Busra, 1400 yıl önce sana gelen o kutlu kervanın peşine düştük, biz de geldik. Gönül gözü açık olanların hala o kutlu kervanı gördükleri söylenir. Bu kadar nasibimiz olmasa da, kervanın yüküyle beraber buraya bıraktığı o manevi ruhu iliklerimize kadar hissediyoruz. Busra, sanki kervanı gözyaşları içinde yeni uğurlamış, izleri hala yerde. Havada ise; O kutlu yolcuyu misafir etmenin gururuyla beraber yeniden yolculamanın gamı var. Kuru bir ağaçken Habib’in gelişiyle coşup meyveye duran hurma ağacının yerine yapılan küçük mescit, insanı bütün bağlarından, alışkanlıklarından koparıp, ona sonunda bir hiçliğe çıkacağını derinden hissettiren, belki de kuru duvarlarıyla haykıran tek yer. Buradan 500 metre kadar ilerde Rahip Bahira’nın evi ve manastırı bulunuyor. O kutlu çocuğun, gelecek olan son peygamber olduğunu bildiren Bahira, ortadan kaybolur, akıbeti bilinmez. Ama ruhu hala buralarda dolaşıyor gibi. Sanki biraz daha kalsak Rahip Bahira, taş duvar evinin küçük kapısından iki büklüm bir şekilde çıkacakmış gibi bir hisse kapılıyoruz Ve Hz. Ömer Camii, yıkık Roma harabeleri arasından sonsuzluğa açılan kapı. Hz. Ömer, Efendimizin (sav) izinden fetihler yapa yapa buralara kadar gelir ve artık görevini tamamlayan en büyük kiliseyi camiye çevirir. Bu Suriye’de yapılan ilk camidir. O günden sonra minareden yankılanan ezan sesi, yıkık dökük her şeye bir ruh katmış. Geçen onca zamana rağmen her şey hala dipdiri ayakta. Ezanım, inancım kara taşlara ruh katan yanım. Ezanla beraber huzura durduğunuzda, sanki adalet sembolü Hz Ömer’in (r.a) kıldırdığı o ilk namazda saf tutuyormuş gibi heyecan duyarsınız.
Dost Kasiyun
Gün kızarırken bıraktığımız Şam’a akşam karanlığında geri dönüyoruz. Şehri temaşa için Kasiyun dağına çıkıyoruz. Çıkmamız hemen hemen 40 dakikayı buluyor. Çok kalabalık, sanki bütün şehir burada. Şam rengârenk ışıklar altında, öylece süslü bir gelin gibi süzülüyor. Ey! Kasiyun Dağı, dilin olsaydı da şahit olduklarını şu akıp giden insan seline deyiverseydin. İlk kardeşkanının senin topraklarına nasıl düştüğünü. Hala üzerine düşen yağmur damlalarının Habil’in kanını temizlemeye çalıştığını. Bir rivayete göre Hz. İbrahim’in (a.s) Hz. İsmail’i burada kurban etmek istediğini. Ve teslimiyet timsali İsmail’in “babacığım beni sıkıca bağla da sana zorluk çıkarmayayım” deyişini. Sonra O kutlu meleğin göklerden indirdiği ilk kurbanlık koçu. Bu gün bizlerse gönlümüzü maddi heveslere kaptırdık ve hiç birini kurban edemeyişimizin ıstırabını taşıyoruz. Ey! Şam’ın Kasiyun Dağı, Medine’nin Uhud’u gibi bağrında kimlere yer açtın. Kimlere kol kanat gerdin. Hz. Meryem annemizle, Hz. İsa (a.s) acılarına bir dağ olarak değil de, bir dost gibi nasıl ortak oldun. İnsanlık olarak her geçen gün biraz daha merhametten uzaklaştığımız şu günlerde, sana dönüp hatırlayacağımız ve ibret alacağımız ne çok şey var.
Muhiddin’i Arabî Hazretlerinin Huzurunda
Esselamü aleyküm Ya Şeyh-i Ekber! Biz merdivenlerden basamak-basamak huzuruna gelirken, türbenin atmosferi ne kadar esrarengiz, etkileyici ve deruniydi. Kalakaldık ayakucunda. Dillerimiz duaya davranırken kalemimiz sustu. Ta Endülüs’ten maddi, manevi ilimleri devşire devşire Şam’a geldin. Ve biz senin huzurunda ilimsizliğin, irfansızlığın acı tadını hissettik. Bu acı zihnimizin boşluklarından, yüreğimizin derinliklerine aktı. Ey Büyük Veli! Eserlerinde bize madde ve mana ilminin kapılarını açtın da, yine biz nasibimizi alamadık. Senden yüzlerce sene sonra ortaya çıkacak olan telgrafın çalışma tekniğini bildirdin, ışığın hareketini tespit ederek Edison’a ilham verdin. Ve Edison sana “ÜSTADIM” demek zorunda kaldı. Şimdi biz bütün bunları unuttukta Edison’lara hayran kaldık, çocuklarımıza onları örnek gösteriyoruz. Affet bizi, Ey! Büyük Veli. “Sin, Şın’a gelince Muhiddin’in mezarı ortaya çıkar” derken Yavuz Sultan Selim’in hedefini belirledin. Öze değil kabuğa, manaya değil surete takılanların çöplük yaptıkları mezarını gün ışığına çıkarıp, gül suyuyla temizlemekle kalmadı, aynı zamanda yanına camii ve imarethane yaptırdı.
Bilal’i Habeşi’nin Huzurunda
Esselamüaleyküm Ya Bilal’i Habeşi! Ey çağrıların en güzelini seslendirenlerin, müezzinlerin piri! Sana gelince sustuk, hepimiz sustuk. Çünkü sen Habib’in vedasıyla susmuştun. En güzel duygular mı yaşanır suskunlukta, yoksa en derin acılar mı? Bilinmez. Ama Bilal en derin acılarını susarak yaşadı. Hayata susarak veda etti. Hıçkırıklar boğazımıza düğümlenirken, gözyaşımızı içimize akıttık, ama yine de sustuk.
Ya Bilal! Seni anlayamadık. Zorunlu Müslümanlıktan, gönüllü Müslümanlığa geçmeye çabaladığımız şu günlerde, rehberliğine ne kadar çok ihtiyacımız var. Gönül kulağımızda Mekke sokaklarında, sana yapılan zulmün sesleri yankılandı. Gönül dünyamız kurşun gibi eridi, bir damla kor olup içimize aktı. Yandık! Ama senin Efendine (sav) olan hasretini yine anlayamadık. Çünkü senin kadar O’na hiçbir zaman yakın olamadık. Sizin yaşadıklarınızı bir roman gibi, bir hikâye gibi okuduk da, gerçek olduğunu algılayamadık. Bedenlerimiz aynı topraktan, ruhlarımız aynı kaynaktan olmasına rağmen zihinlerimizi toparlayamadık, ruhlarımızı Allaha kullukta ve Habib’in aşkında özgürleştiremedik de, çok uzağınıza düştük. Bunu bile kendimize haykıramadık, sustuk. Özgür olduğumuzu sandığımız şu dünyada, ne kadar çok şeyin kölesi olduğumuzu senin huzurunda anladık. Utandık, bir daha sustuk.
Abdullah İbni Mektum’un Huzurunda
Esselamü aleyküm ya Abdullah İbni Mektum! Tarih seni «Cennetle Müjdelenen İlk Görme Engelli İnsan», «ilk âmâ şehit» yazıyor, Allah Resulünün, ne zaman seni görse, “Ey Rabbimin beni ikazına sebep olan kardeşim, merhaba” diye senin gönlünü aldığını kaydediyor. Gönül gözün ne kadar aydınlık ve değerliydi ki Rabbin katında, seni bir sureyle şereflendirdi. Ve tüm dünyalık makamları ayaklar altına aldı. Senin huzuruna gelirken türbenin bahçesinde, elleriyle sokağı temizleyen, çamurların içinden çöpler toplayan yaşlı teyzenin yüzünü gördüğümüzde, bizimde tüm dünyalık makamlar yıkıldı gönlümüzde. Ve teyzenin yüzünde rastladık makamların en yücesine.
Yanımızda küçük çocukları görünce, o mübarek ellerini duaya kaldırdığında sanki elleri sonsuza uzanıyordu. Kendi dünyamızın küçüklüğünü idrak ettik. Her idrak açılımı insanı ferahlatırken, bunun bizi daralttığını fark edince ellerine sarıldık. Anladık ki öpülesi eller efendimizin dostlarına hizmet ederken, açılınca direk göklerin kapısına ulaşan ellere dönüşmüş. Duasını almak için sıraya giriyoruz. O ki gelen her küçük çocuk için, iki büklüm olmuş belini zorla doğrultarak göklerin kapısını çalıyor. Dilinde bilmediğimiz âlemlerden, yaşamadığımız iklimlerden devşirdiği dualar.
Her Niyet Bir Hedeftir
Katıldığımız turun programında Mevlana Halidi Bağdadi hazretlerini ziyaret olmadığını öğrendiğimizde, belki üzüldük, ama vakit geçirmeden niyetimizi ettik. “Ya Rabbi senin rızan için Mevlana Halidi Bağdadi Efendimizi ziyaret edip, Onunla mana âleminde tanış olmaya” diyerek bir nevi hedefimizi belirledik. Çünkü bize göre her niyet bir hedefti.
Tur arkadaşlarımız tarihi yerleri gezerken biz ziyaret niyetimizi yerine getirmek için rehberimizden izin istedik. Rehberimiz “Türbenin, Kasiyun dağının yamacında olduğunu, yamaç dik olduğu için otobüslerin çıkamadığını, yürüyerek çok zaman alacağını, zaten türbenin genelde kapalı olduğunu, gidenlerin de ziyaret edemediğini, şayet gidersek dönüşte grupla buluşmamızın zor olacağını söyledi.” Ama biz niyetimizi etmiştik bir kere. Çünkü biliyorduk ki “ameller niyetlere göre idi.” Ve niyet edilen her amel kolaylaştırılırdı. Bütün sorumluluğu alarak düştük yollara. Gördüğümüz ilk taksiciye, bizi Şeyh Halid’e (Suriyeliler böyle hitap ediyor) götürebilir misin diye sorduk. Götüremeyeceğini çünkü oraya arabasının çıkmadığını söyledi. Tam o sırada yoldan küçük bir kamyonet geçiyordu, hemen onu durdurdu ve şoförüne bizim Şeyh Halid’in ziyaretine gitmek istediğimizi söyledi. O’da bizi, küçük kamyoneti biraz zorlansa da türbeye kadar götürdü. Türbe; rehberimizin dediği gibi gerçekten de kapalı idi. Küçük bir servi ağacının gölgesine oturup Kur’an-ı Kerim okumaya başladık. Henüz birkaç satır okumuştuk ki kalabalık bir grup geldi. Türbe onlar için özel açıldı. Bize de onlarla beraber türbeyi ziyaret etmek nasip oldu.
Ey! Mevlana Halid, Ey! Büyük Kutup, Senin huzurunda o güzel yolun değerini bir kere daha anlayıp manevi ağırlığını hissettik. Sana gönderilen selamları iletirken bütün duygularımızdan arındırıp saf haliyle iletmeye çalıştık. Gözyaşları içinde elini, ayağını öperim diyen büyüklerimizi hatırlayıp duygulandık ve dualarımıza kattık. Ziyaretçilerin birinin okuduğu Yasini Şerif, türbenin duvarlarında yankılandıktan sonra bizim gönül aynamıza düştü. Belki ilk defa kendimizle gerçek manada yüzleştik. Ve senin huzurunda başımızı yerden kaldıramadık, kimse birbirinin yüzüne bakamadı. Temiz tutamadık gönül aynamızı paslandırdık. Zahire takılıp kendi idraklerimizi kendimiz tıkadık. Zihnimizi bulandırırken gönlümüzü bulandırdığımızı fark edemedik. Ve bunu gönül aynamızdan her işimize, her anımıza yansıttık. Ya Rabbi, tövbelerin en büyüğünü yapıyoruz, afların en büyüğünü istiyoruz. Zihinlerimizi ve gönüllerimizi berraklaştır, kardeşliğimizi daimi kıl.
Emeviye Camii’nde Bir Cuma Namazı
Cuma vaktine Emeviye camisine yetişmek istiyoruz. Çünkü namazdan sonra grubumuz buradan Halep’e hareket edecek. Çevirdiğimiz taksiciye soruyoruz Emeviye Camisine ne kadar zamanda gidilir. 15-20 dakika diyor, bakıyoruz ezana 15 dakika kalmış. Trafik çok yoğun ve hiçbir kural işlemiyor. Telaşlanıyorum ama telaşın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini anladığımda, teslim olmanın güzelliğini fark ediyorum. Ezanlar okunmadan varıyoruz, taksici bizi kapıların birinde indiriyor. Dikdörtgen şeklinde ve çok büyük olan camii hem bayram, hem Cuma, hem de tatil nedeni ile çok kalabalık. Biz de kalabalığa karışıyoruz ve kapıların birinden içeri giriyoruz. Tam o sırada ne çabuk geldiniz diye bir ses duyuyorum. Kalabalıkta sesin nerden geldiğini anlamaya çalışırken grubumuzun içinde olduğumuzu fark ediyoruz. Güzel bir tevafuktu, şükrediyoruz. Emeviye Camiinde tadı gönül damağımızda saklı kalacak bir Cuma namazı kılıyoruz. İmamın değişik manevi iklimlerden devşirdiği ve ezan, hutbe, namaz arasına rengârenk bir demet gül gibi serpiştirdiği dualar duygu dünyamızı okşayıp, ruh dünyamızı onardı. Camiinin orta yerinde Rabbi tarafından ismi Yahya’ya layık görülen O yüce peygamber, gelip geçen herkese dünyanın faniliğini ve Rabbimize tek başımıza yürüyeceğimizi can kulağı açık olanlara hala haykırıyor. Yahya (as)’la beraber burada Efendimizin (as) gözbebeği olan torunlarından Hz Hüseyin’in huzurunda bulunmanın ağırlığını hissettik. Başı kesilerek şehit edilen bu iki büyük ruhun burada buluşmasının kim bilir ne hikmetleri vardı, bunu düşünmeden de geçemedik. İmam-ı Gazali’nin İhya’yı Ulumiddin’i yazdığı bu camideki küçük odası; zenginliğin ve genişliğin yaşanılan mekânlarda değil de, zihinlerde ve yüreklerde olduğunu bize bir kere daha hatırlattı.
Bu yazı toplam 520 defa okundu. UYARI: Sitemizde yayınlanan yazarlara ait yazılar, yazarların görüşüdür ve yazarları sorumludur. SAKARYA HALK GAZETESİ sorumlu değildir. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yorumda yasal sorumluluk yorum yapan kişiye aittir ve SAKARYA HALK GAZETESİ sorumlu değildir. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında yorum gönderen muhataplarına dava açılabilmektedir. Yorum şikayet konusu olduğunda ,yazılı talep halinde adli makamlara bu yorumların IP adresleri verilmektedir.8 Nisan 2018 - 12:29, Pazar
18 Mart 2018 - 12:24, Pazar
11 Mart 2018 - 12:09, Pazar
4 Mart 2018 - 12:22, Pazar
25 Şubat 2018 - 12:20, Pazar
18 Şubat 2018 - 11:45, Pazar
11 Şubat 2018 - 12:24, Pazar
28 Ocak 2018 - 12:45, Pazar
21 Ocak 2018 - 13:32, Pazar
31 Aralık 2017 - 12:15, Pazar